24 Ağustos 2010 Salı

Ve Manara Kadını Yarattı!



Milo Manara ile ilgili söylenecek çok fazla şey var tabii ki ama artık kendisi kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir dereceye yükseldiği için övgüler döşemeye, hakkında methiyeler düzmeye çok da gerek yok sanırım artık.

Manara kadını kavramıyla tanıştığım vakit heralde lise sonlardaydım, yani çizgi roman okuma yaşıma göre bayaa geç tanştım kendisiyle. Manara, Hugo Pratt, Moebious ve bir de hadi eski taramalı günlerinin hatrına Enki Bilal avrupa çizgi romanını tanımama sevmeme, hatta çizgi romanın gerçek değer ve kalitesini görmeme sebep olan kişiler oldular. Niye derseniz niyesi çok açık; İster sci-fi, ister western isterse de süper-kahraman hikayesi olsun bu insanlar çizgi romana ciddi yaklaşan ve ciddi konuları sert varoluşsal problemleri ve daha önce yazılmamış şok edici hikayeleri harmanlayıp çizgi romanın çıtasını yükselten isimler olmuşlardır.

Hugo Pratt- Corto Maltese ile hikayenin, kurgunun önemini bizlere anlatan Milo Manara nın da
mentoru ve hocasıdır. Hatta Manara hikayelerinde kendisini yol gösteren şahsiyet olarak görürürüz. HP&Gıuseppe Bergman ın maceralarındaki "HP" Hugo Pratt' ın ta kendisi olup hikayede Bergman a yol gösteren kişi olarak karakterize edilmiştir. Bakınız ahanda yanda Manara nın Pratt çizimi.

Enki Bilal benim için biraz şaibeli çünkü bir çizerden çok son dönemlerinde bir ressam edasıyla takılmaya önceki taramalı ve hareketli karelerini, pastel ağırlıklı renklendirmeleriyle sabit durağan pozlara çevirmiştir. Yasni kapakta tamam güzel duruyo da artık hikayede bari eskisi gibi rahat rahat takılsa, bi kasılmaya basladı adam anlam veremiyorum.
Mobeius için dicek hiçbişi yok, hatta dicek o kadar şey var ki bunu ustaya saygı olarak ayrıca bir yazı ile siz sevgili okurlarımla paylaşacağım.

















Velhasıl kelam, Manara özellikle kadınlarıyla kalbimi fetheden, ama bunu Heavy Metal bayağılığıyla değil şiddet, ahlak, din kavramlarını eğip, bükmek ve eleştirmek için son derece estetik bir şekide sunan buyuk bir ustadır. Guiluver hikayesi mi çizecek kesinlikle farklı bir yorum katar sex ve şiddeti eksik etmez, Mafya hikayesi mi var absurd bir varoluşculukla yer yer toplumsal normları itin gtune sokup çıkarır. Her ne kadar kendini bilmezlerin bazıları Manara nın yanına "globally famous with his pornographic work" gibi cümleler kursa da Manara nın yarattığı dünyaya girdiğinizde kendinizi o kadar kaptırırsınız ki bu dünyanın "porno" tanımı sizin peçeteyle sonlanan maceralarınızdan daha farklı estetik bir şov olarak sunulur ve sizde kadın yaratığının güzelliği karşısında büyülenmişcesine sayfaları çevirirsiniz.

Manara biz kullarına bir hediye vermek isteyip Marvel Kart Oyunlarının hak sahibi Panini sponsorluğunda usta yazar Chris Claremont un adeta Manara nın tarzına özgü yazdığı her halinden belli olan, Marvel evreninin en taş hatunlarının absürd ve ete doyuran macerasını bizlerle paylaştı. Koşarak gittim aldım tabii saniyesinde ama hayal kırıklığı büyük oldu. Kallavi bir cilt beklerken hafif kalın bir fasikül ile karşılaşmam içimi burksa da ne yalan söliim öykü ne olursa olsun kostümleri ve duruşları her zamankinden daha seksi Storm, Kitty, Rouge, Emma Frost, Pyslocke ve hatta Rachel Summers ın kafa dağıtmak için kız kıza çıktıkları tatilde başlarına yine abuk subuk bi ton hadise gelmesini büyük bir keyifle okuyoruz. Adeta baştan yaratılmış bu X-Woman ların tepkileri , hal tavırları tam anlamıyla Manara stayla olmuş.
Çamurda yuvarlanırken, ölümle burun burunayken, uçurumda sallanırken bile "ahanda şimdi yumulacak bunlar birbirine" hissiyatı yaratan bile seksi bir dille çizen, kadını bir meta olarak kullanan Manara her zamanki gibi absürd bir komiklik ve softporn tadındaki kompozisyonları ve karakter tasarımlarıyla avrupai bir yolculuğa çıkıyoruz.

Manara nın çizdiği X-Women kesinlikle koleksiyonunuzda bulunmalı, çığır açmayacak ama hoş bir seda bırakacak emin olun. Alışılmışın dışında bir X-men öyküsü, güzel kadınlar, komik bir macera...

E daha ne istiyonuz alın zaten kısa hemen okursunuz sonra da tekrar tekrar çizimlere bakıp "Vay anasını yahu" dersiniz. Gerçi renklendirme sebebiyle veya Manara nın çok sklememesi sebebiyle taraması ve ayrıntısı az bir tarza gitmiş kendisi ama kolayca ve ustalıkla çizildiği zaten her halinden anlaşılıyor.

Özlüyoruz Manara Reis çok açma arayı!!

8 Ağustos 2010 Pazar

Rüya içinde gezinmenin popüler olduğu şu günlerde; Luna Park




Evet kabul ediyorum, rüya içinde gezinmek özellikle Inception sonrası pek bi gündemde. Yazıyı bu şekilde açmamın sebebi bu vesileyle iki kelam Inception geyiği döndürebilmek çünkü burası bir çizgi roman blogu şimdi sadece Inception üzerinde yazamayacağım.
Neyse anlamadığım olay; "Aman tanrım, Inception kafamı açtı, bir başyapıt resmen yaa." diyen veya "Inception yeni Matrix abi, mukemmel yani!" yorumunu duyduğum insanlardan Matrix i gerçekten izleyip izlemedikleri ile ilgili şüphe duymama sebep olan benzeri cümleler ve tabiii ki IMDB de aldığı akıl almaz oy. Her ne kadar yüzeysel geçiverilmiş olsa da neuroScience ve bilinçaltı ile ilgili yarattığı dünya gerçekten şık olmuş ama tadına varılamadan bir köşeye atılmış, daha çok anlatılması gerşekten zor olan farklı gerçekliklerin eş zamanlı anlatımına yoğunlaşılmış.

Bu sebeple konu benim için gerçeklik algısı ile ilgili, yani yarattığı rüya atmosferinin içine almaktansa "insan hissettiği gerçekliktedir" mesajını muazzam şekilde kurgulanmış bir hikaye ile veriyor. 4 rüya layerını eş zamanlı anlatımına laf yok zor zanaat, Nolan baba da hakkını vermiş. Ama yine de"I, inside", "Cypher", "Shutter Island", "Dark City" hatta paralel gerçeklikleri anlatmada son nokta olan "Fountain" da şaşırdığımız, büyülendiğimiz ve düşünmeye başladığımız kadar etkilenemiyoruz. (Çoğul eki beni ve kafamda filmi doğrulamak için yaptığım zorlama arayışlardaki dış seslerimi temsil ediyor.)

Her neyse olay rüyalar içinde gezinmekten açılmasının sebebi Kevin Baker ın ilk çizgi roman hikayesi olan ve Danjel Zezelj in sevdiğimiz tarzıyla bize güzel bir atmosfer sunan "Luna Park".


Hikaye Rusya'dan Amerikaya göç etmiş bir aileden olma Alik in hikayesini anlatıyor. 1900 lerin başında geçen hikayede sülalecek savaş kahramanı olan Alik gillerin tarihçesi hikayeyi aynı zamanda tadında bir tarih gezintisi de sunuyor. Rusya da 1917 rejim değişikliğine, Sovyetlerin dağılışından tutun 1995 Çeçenistan a müdahalesine kadar bize yakın Rusya tarihini Alik in hatıraları ve bize anlattığı hangisinin gerçek olduğuna emin olamadığımız hikayeleri üzerinden
tekrardan yaşıyoruz. Bu tarihsel dokunuşlar hikayede Alik in içinde bulunduğu ait olmak isteyip de olamama, sürekli pembe olduğuna inandığın bir kabusa kaçma ve yeniden başlama ruh halini kendisinin de geçmişini ve bu içinde bulunduğu durumu hem Rusya daki değişimin etkileri hem de azınlık olmanın etkileriyle doğruluyor. Bunu yaparken bu kadar gerçek tarihsel sebeplere dayandırmak doğal bir akış sağlıyor, karakterin inandırıcılığını attırıyor ve her seferinde dibe vuran acıdığımız ama sebeplerini çok iyi bildiğimiz için ve kurtulma umuduyla yaptığı için hak verdiğimiz cahil cesaretli Prometheus umuzla yakınlaşıveriyoruz birden; acı sonu tekrar tekrar yaşayan ve içimizi burkan bi herif bu.



Neyse hikaye güzel hatta sonunda da yine tarihsel dokunuslu bir sürpriz mevcut, her ne kadar bunu "anlayan, anladı!" kafasında bir komplo teorisiyle bağlamış olsa da, yani zaten yer ve zamanın artık yokolduğu bir hikayede isterse İstanbul'un fethi ile de bağlayabilirdi o nedenle bu noktaya şuku veremiycem, gayet güzel, sürükleyici gerçeküstü bir hikaye. Almayı özlediğimiz bir tad, çok severek okudum hakikaten. Tekrar Marvel okumaya başladıktan sonra uzun zamandır bu kadar sıradan bir adamın gerçeküstü hikayesini okumamıştım. Özellikle Scalped ve DMZ in yeni ciltlerini beklerken biraz kendime geldim hakikaten, çizgi roman okumanın ne kadar güzel olduğunu ve anlatılan hikayelerin mna kodumun veletlerine hoş gelsin de promosyon satılsın diye renkli taytlı lavukların hikayeleriyle dolup taştığını hatırlattı bana.

Evet Dreamland romanıyla ses getiren Baker ın hikaye anlatımında çok buyuk sıkıntılar olmasa da, hikayenin gidişatında özellikle ikinci yarıdan sonra dengesiz bir ivme ile ilerliyor. Yani ne acelen var arkadaş, güzel güzel anlatıyodun bir anda arkandan zenci kovalıyormuşcasına hızlıca toparlamaya başlıyor, en renkli ve ayrıntılı anlatılacak kısımları, özellikle de bir noktadan sonra hızla çözülen ve insanda"ulan nooluyo bu ne biçim rüya amk.!" dedirten ve ayılmama sebep olan noktaya varıyor. Bu hızlı çözülme her ne kadar pek içime sinmese de hikayeyi bir çırpıda bitirmeme neden olduğu için aklıma " Belki uzatsa bayar mıydım lan?" sorusunu da getirmiyor değil. O nedenle hikaye gayet tatmin edici, alınmalı okunmalı kesinlikle.

Nerede görsem hikayeye bakmadan kapacağım çizimlerin sahibi Hellblazer ile tanıştığım Marcelo Frusin in ardından devraldığı "Loveless" her ne kadar hüsranla sonuçlanmış olsa da Zezelj gayet öttürüyor, Northlanders ile sadece kapak çizeri olmadığını ispatlamıştı zaten, buda cila olsun diyoruz! seviyoruz seni Zezelj reis.

31 Temmuz 2010 Cumartesi

Yeni Nesil Alacakaranlık Kuşağı; X-Force


Hani Başarısız Heavy Metal öyküleri olur ya herif nerden ne kadar koyması gerektiğini anlayamadan verir glowları, renklendirme ve arka planların eli yüzü photoshop olmuş yada ağır renklendirilmiş, bi garip bişilere dönmüştür çizim. İşte ben de hep bu izlenimi yaratır bu tür ayrı iki tekniğin uç noktalarının birleşmesi, beni bozar yani. Bilgisayar veya değil farklı atmosfer yaratmak için cırtlak ve patlak renklerin kullanılması beni pek sarmıyor işte abi. Hadi kapakta bir yere kadar etkileyici ama karelerde devamlılığı sağlayamadıkları için midir nedir, kare başına gösterilen özenin düşmesi sebebiyle kalite iyice bulamaça dönüyor.

2008 Şubatında başlayan ve cildinin çıkmasıyla kapak çizimlerine kanarak ve Emre nin tavsiyesi ile aldım ki güzel çizilmiş boş bir hikaye ile karşılaşacağımı bekliyordum. Ama o da ne;

Karanlık bir atmosfer, günümüzden çok uzak olmayan bir sci-fi hikayesi. Ölüm ve işkencenin her türlüsünün hedefe ulaşmak için mubah olduğu, adamı saf kan ve taze ete doyuran bir takım.

"X-Force gelecek kellen gidecek" sloganıyla yola çıkılmış fakat bu yolda vahşetle bu kadar haşır neşir olan ekip üyelerinin psikolojik değişimi ve bu değişimin sancılarına da değinilmiş. Hatta hedef olarak ilerlenen ve yokedilmesi beklenen "evil" karakterlerin ağzından dinlediğimiz bölümler insan doğasının normal olarak düşünce yapısınınn aslında hep sınırlarda dolandığını ve ne kadar kolay sapkınlığa yönelebileceğini bizlere yandan yandan bize fısıldıyor..

"Messiah Complex" te de bizi benzer bir "disutopik" atmosferin içine sokan yazarlar Craig Kyle ve Christopher Yost un yazdığı bu "gore" hikayenin başında Clayton Crain muazzam çizimleriyle bizlere eşlik ediyor.Crain zaten anlayabileceğimiz üzere binimum "Curse of the Spawn" da olmak üzere Top Cow ve Image serilerinin kapaklarına ve sabırsızlıkla beklediğim "Shadowland" serisinde Ghost Rider a el atmış abimiz.



Her şey tadında kararında, çok karanlık sahneler de olsa ayrıntıdan kaçılmamış.

Graphic Art olarak başarılı bir arkadaşımız Clayton, deseni sağlam olmasa zaten itin gtüne sokardım kendisini ama ağır renk kullanmasına rağmen anatomi sıkıntısı çekmemiş hata yapmadığı için "Aman renk basarım, bu hatayı kaparım!" kaypaklığına gerek duymayan takdir ettiğim bir şahsiyet kendisi.

Hikayeye değinmek gerekirse, yukarda da bahsettiğim gibi yaratılan ortam değişik karakterlerin bakış açılarıyla tasvir ediliyor, kim olursa olsun yeni ve tazelenmiş bir bakış açısıyla hepsinin içinde bulundukları vahşete ve bu vahşeti seçme nedenlerine de göz atmış oluyoruz. Bu ölüm ve kan banyosunun her bünyede izler bırakması alıştığımız;"bugün de 100 adam öldürdüm, hahaha..." kafasındaki karakterler yerine, yüzleştikleri bu eylemlerin karakterlerine yansıyışları, karakterlerinde bıraktığı izleri ve her karakterin maruz kaldığı bu durumla başa çıkma ve bu eylemleri kendilerine doğrulama yöntemlerinide anlıyoruz.

Charlie Huston un yazdığı ve Jefte Palo nun resimlediği "Ain't No Dog" kodaman psikopat Wolverine in tek kişilik şovuna çağırıyor hayranlarını. Bu adam işi biliyor, sevmediğim bir tabir olsa da "kanlı bir sarkazm" şöleni sunuyor. Çizim ve hikaye anlatımı Frank Miller ı anımsatsa da, güzel bir tad bırakıyor. Hikayedeki bu tarz değişikliğini hiç hissettirmeden ara sıcak olarak sunulsa da ne akışı bozuyor nede "at skinde kelebek" izlenimi yaratıyor... Aksine Charlie Huston ı bakalak olacağım bir yazar ve Jefte Palo yu takip edeceğim çizerler arasına sokuyor. "Rezervuar Köpekleri" ndeki Mr.Blonde un işkence sahnesindeki muhabbetvari, kurbanıyla oynayan predatör hikayesi metinlerin güzelliğiyle taçlanmış. Ahanda altta caps;







Sonuc olarak farklı bir X-Men hikayesi ile güzel bir zaman geçiriyoruz. Baymıyor, takip edilesi, sex ve işkence sahneleri biraz daha arttırılabilirdi belki ama söylediğim gibi "Ain't No Dog" zaten safi kana başlı başına doyuruyor.

Tavsiye edilir, özellikle çıtayı bir seviye yükseltmek istiyorsanız X-Force sizin için biçilmiş kaftan, tabii bir de şu küfürleri sansürlemeseler pek bi sevinecem. Adam biçilen bi öyküde küfre takılmaları garip ama neyse o da nazar boncuuu olsun:)


21 Temmuz 2010 Çarşamba

New Avengers; Marvel Evrimi!





Bu gectiğimiz günlerde yazı yazmamamın en önemli sebebi "Ulan yazı mı yazıyım yoksa şu cildi de bitirip onunla ilgili mi yazıyım?" sorusunu kendime sormam oldu. Bu ufak çaplı günah çıkarma seansının ardından Çizgi Roman zulalarımı eritme yolunda hayli yol katettiğimi söyleyebilirim. New Avengers ın cildlerini tamamlayıp bitirebildim sonunda, biraz bahsedeceğim ama zaten her yerde bulabileceğiniz pek çok detaylı yazılar da mevcut, onlara da bakabilirsiniz ufak bir google search un ardından. Ben acıkcası çok detaya girmek istemiyorum ama bulduğum ciltleri okumayıp bekletmiştim arada eksik sayılar var diye şimdi hepsini bir anda okumak efsane oldu gerçekten.
New Avengers ın yanında, ölüyü dirilten yazar Braubaker lı Daredevil inanılmaz hoşuma gitti ama o da başka bir günün konusu olsun. Blacksad vakkasından bahsetmiyorum bile, hep zulalıyorum bunları, patlatacam teker teker blogda...

2000' lerde Marvel ın ısıtıp ısıtıp önümüze sunduğu "Onslaught" Doomsday muhabbetlerinden sıkılıp artık sadece özel sayıları veya mini serileri takip etme kararı almıştım. Bu süreç açıkcası bana o kadar iyi geldi ki Vertigo nun içinden geçip, 100 Bullets, DMZ, Sculped, vari serilerle tanışma ve "Popgun", "Flight" vari antoloji kafasında eserlere göz atma fırsatı buldum. Bu süreç "House of M" serisinden rastgele aldığım Quicksilver issue su ile sona yaklaşmaya basladı.
Gayet oturaklı, hardcore bunalımlı daha olgun contentte ve ciddi öykülere başlayan Marvel evreni resmen evrim geçirmeye başladı ve House of M sonrasında da bu değişim devam etti. Madem "House of M" i kaçırdık bi ucundan tutalım bakalım diyerek tekrardan Marvel evrenine giriş yaptım yaklaşık 1,5 sene önce. Wolverine den girip Civil War a bulaşıp Planet Hulk ve World War Hulk dan cıktıktan sonra "Neliymiş bu New Avengers yahu?" diyip yürümeye başladım.

Öncelikle kendime iş edindiğim New Avengers ın beklediğim ciltleri de geldi ve kesintisiz okuma zevkine erişebildim. Her ne kadar sadece New Avengers dan ilerleyince bile pek çok boş nokta kalması sebebiyle önceki zulaları patlatıp Nick Fury nin kayıplardayken karıştırdığı haltlara "Secret Wariors" ile göz gezdirdim, elimdeki civil War Ciltlerini "Civil War" ve "Civil War; Wolverine" e de baktım şöyle bi. Tabii ki güzel bir süreç oldu. "Civil War" dan "Secret Invasion" a son yılların en önemli Çizgi Roman olaylarına göz atmış oldum. Ama bunlarla ilgili aşırı detaylı yazmayı düşünmüyorum. Alın okuyun yani güzel gayet, sıkıntısı yok. Bol flashbackli, adeta bir televizyon serisi tadında meraklı meraklı okuyorsun. Okuması kolay, çizimlere ve yazar Brian Michael Bendis e laf yok. Çok iyi çizerler yer almış serilerde bu arada; Alex Maleev den Leinil Yu ya Old Man Logan gibi bir şaheserin çizeri Steve McNiven dan Billy Tan a kadar adeta bir yıldızlar gecidi.

Okurken aldığım tad kaliteli bir Hollywood filmi niteliğinde, zaman zaman uçlara kayıyor ama abartmıyor, sertleşiyor ama dozunu ayarlıyor, şaşırtıyor ve tabuları kırıyor, arada beklenmedik karakterlerin ölümü ile; "Vaaay be!..." dedirtiyor ama Marvel Dünyasını yine her an herkes geri gelebilir, ölüler dirilebilir kapıları artık herkes için açık, okuyucularda bunun farkında tabii ama sıkıntı diil zaten yıllarca başımıza geldiği için bunu karakterleri ölümsüz tutabilmek için yapılan okuyucuya da iyi gelen bir method olarak kabullendik. Özellikle geçişler ve ilk ciltlerde anlatılan her olaya sonraki sayılarda "secret invasion" ile refer edilmesi bütünlük açısından takibini zorlaştırsa da "Hasktr lan bu herif demek ki burdan itibaren Skrull mıs amk!" dedirterek Avengers gibi okuyucunun da kendini aldatılmış hissetmesine belki de en sevdiği karakterin bile ele geçirilmiş olacağı şüphesiyle paranoyaklaşmasına sebebiyet veriyor ki sevdiğimiz istediğimiz şekilde insanı hikayenin içinde tutuyor.Kısacası hissiyatı veriyor bence, gayet güzel. Zaten pek çok blog da derinlemesine incelemeler bulabilirsiniz.

Şimdi Dark Avengers a giriş yapmış bulunuyorum. Zaten Dark Wolverine üzerine bir yazı yazacağım, birkaç aydır takip ettiğim ve hastası olduğum bir karakter Daken. Bakalım Dark Avengers nasıl olacak? Zannımca sıkılıp bırakabilirim, yani Daken üzerinden Dark Wolverine ile takip edebilirim diye düşünüyorum çünkü beni biraz bayıyor süper kahraman bolluğu. Yani çok fazla karakter olması doğal olarak karakterler üzerinde yeterince derinlemesine durulmamasına sebep olduğu için tek bir karakterin üzerinden giden serilere daha sıcak bakmısımdır hep.

Şöyle bir karkterlere göz atarsak, yani en azından bir kısmına;

Daredevil dan tanıdığımız Daredevil in oyun arkadaşı, Maya Lopez i böyle bir ortamda görmek güzel oluyor, "Büyümüş de Avengers la takılıyor kerata..." diyorsunuz.

Ronin gibi yeni bir kostümle tanışıyoruz ve Hawkeye ın göçebe halinden bir anda nasıl aksiyonun içine dalıdığını ve fevriliğiyle neler yapabileceğini görüyoruz. Fevri herif ya resmen, ama sevidi daha da bi sempati duydum kendisine açıkcası.
Sonunda Dark Reign ve Civil War da alınan taraflardan tanıdığımızı sandığıız karakterlerin politik duruşunu ve ne kadar kişilik sahibi olduklarını görüyoruz. Iron Man dediğimiz şerefsizin herşeyi eline yüzüne bulaştırmasını, Sentry nin sıkıntılarını daha iyi anlama fırsatı buluyoruz.

Sentry nin hastalıklı beyni ki su anda Osborn la birlikte, ne kadar dengesiz sosyopat biri olduğunu, ezik olduğu kadar paranoyak ve ne zaman ne yapacağı belli olmayan sorunlu beyni ile tanıstığımız bir seri. Sessiz sessiz kenarda durmasına rağmen manipulasyona ne kadar açık ve çaresiz olduğunu rahatlıkla anlıyoruz.






Yani New Avengers ın okunması artık Allaaan emri gibi bişi. Son yıllardaki en önemli olaylardan biri sonuçta bir de şimdi okuyun ki gelecekte olacak olaylara daha hakim olun, ole böm böm bakmayın. Yavaş yavaş eritin işte. Daha "Dark Reign" var "Siege" var. Bunlar önemli şeyler öle çok boş bırakmayın üzülüyor insan sonra eğlenceyi kaçırınca.



27 Haziran 2010 Pazar

Silver Surfer Requiem; Norin Radd Destanı





J. Michael Straczynski ve Esad Ribic ten Norrin Radd ın hüzünlü hikayesi.

Her kesin bildiği ama çok fazla tanımadığı karizmatik ama her zaman hüzünlü bakışlarıyla tanıdığımız bir karakter Silver Surfer. Silver Surfer ın son yolcuğunun anlatıldığı hikaye, Fantactic 4 ile sıradan bir günde başlıyor. Silver Surfer deyince akıllara gelen ilk Marvel ismi, Silver Surfer ın bir F4 hikayesinde ortaya cıkması sebebiyle tabii ki Reed Richards ve ailesi olacak. F4 #48 de Galactus ile hayatımıza giren bu karakterin aniden Reed in penceresi önünde belirmesiyle başlıyor. Herkes yani Ben Grimm, Sue ve Johnny den bahsediyorum, “Ulen yine mi bu Galactus ibnesi gezegeni yok etmeye geliyor?” sorusuyla hafif kıllansalar da, sonucun cok daha hüzünlü olduğu ortaya çıkıyor. Galactus a hizmet etmeyi bırakması ile sonuclanan dünya macerası ile Silver Surfer ın içindeki Norrin Radd in uyanması ve bu durumun nöronlarına kadar işlemiş zırhının çalışma mekanizmasını darmadağın etmesiyle Silver Surfer ın sinirlerinden başlayan acılı bir ölüme yaklaşmakta olduğunu anlıyoruz. Kozmik dalgalara, galaktik fırtınalara bile dayanıklı olan bu zırhı delmesinin imkansızlığı Reed in elini kolunu bağlarken günlerce çabalamasına rağmen kendi gezegeninin ölüm habercisine kendi ölüm haberini vermek Reed Richards a düşüyor.

SS in tüm bunları algılayışını ölüm, yaşam, aşk kavramlarına bakışını dünyevi konuları adeta özet geçen galaktik bilgeliğini Strachvski nin şiirsel anlatımıyla dinliyoruz.

Özellikle Örümcek Adamla geçen diyaloglar esprili başlasa da tokat gibi suratımıza çarpıyor, ve insanın insanın kurdu olması gerçeği “alayımız süper kahraman olsak iflah olmaz bu ipneler” olarak özetleniyor. Dünya insanlarının açgözlülüğü ve anlam verilemeyen iflah olmaz doğası ayaküstü masaya yatırılıyor.


Dünyayı terk-i diyar eyledikten SS in sonraki rotası Galactus tarafından azad edilişinden sonra uğradığı ve yardımcı olduğu gezegenleri son kez ziyaret etmek ve en son hedefi olan anavatanı Zeen-La da Hakk ın rahmetine kavuşmak. Ama bu yolda oynadığı “Tanrı nın Oğlu” oyununun sonuçlarına ve gerçekleşen mucizelere tanık oluyoruz. Adeta “Yaradılış” ile ilgili dini bir hikaye okuyoruz.

Loki ile tanıştığım, günümüz çizgi roman aleminde çizimleri Alex Ross gibi bir duayenle karşılaştırılan Esad Ribic umarım yapımcılara “Loki” deki atmosfer ile referans olmuştur da gelmesi beklenen Thor filminin concept art çalışmaları için Esad dan yardım almışlardır. Yoksa en büyük orkum Kıvanç Tatlıtuğ benzeri, bir herifle sıradan bir Thor macerası izlemek. Gerçi Fantastic Four un ikinci filminde Esad Ribic in Silver Surfer yorumu baz alınsa da sonucun beterler beteri olmasını engelleyemedi ama, umarız Thor bizi utandırır.

Ahanda aşağıda bir karşılaştırma ilk çizim Alex Ross a ait diğeri ise Esad cığımızın.



Toparlamak gerekirse, “Silver Surfer; Requiem” adı üzerinde tam bir ağıt, uzak diyarlarda nesilden nesile anlatılacak kutsal bir efsane, hüzünlü ve görülmemiş olayları anlatan Marvel evrenindeki ezberleri bozan bir hikaye ve her zaman farklı bir yeri olan bu karaktere aslında geri döneceğini bilsek de bir hüzünlü bir veda.

Popilik adına bir dip not; Silver Surfer ın en önemli özelliklerinden biri de Çizgi Roman ın tanrısı Giraud Moebius un çocukken en sevdiği karakter olması ve seve seve Amerikan Çizgi Romanı nın şekillendiren isim “Stan Lee ile çıkardıkları “Parable” mini serisi.


25 Haziran 2010 Cuma

NTV Yayınları; Hadi Hayırlısı!!



http://avagidenavlanir.wordpress.com da Bülent Başkan ın "NTV Yayınlarını neden satın almıyorum?" yazısı readerıma düştü. Takdir ederek okudum ki benim uzun zamandır bilendiğim bir konu olması nedeniyle üşünmeden uzun bir yorum yazdım. Sayfanın hata vermesiyle önce üzüldüm ama üşenmeden oturup tekrar yazdım. Ulen sonra sayfanın tekrar hata vermesiyle "Allahtan bu kez post etmeden kopyalamışım" diyerek kendi bloğuma koyarım bir ara diyerek kaydettim. Kısmet bugüneymiş.

Bülent Başkan a sormadan yazısını yayınlayamıyorum tabii ki ama NTV nin çıkardığı çizgi roman serisine haklı bir eleştiri içeriyordu yazı.

Altta benim yorumlarımı bulabilirsiniz, ahanda buyrun;

Bu yayınlar çıkar çıkmaz tv reklamı, basılı ilanları vs. ile yoğun bir şekilde tanıtıldı ve pek çok köşe yazarı bu yayınlara kendi çaplarında methiyeler düzmeye başladı. Bu yazıları görür görmez ya "Ulan bu herifler ya bu yayınların PR ını yapmak için yayın grubuna peşkeş çekiyorlar! " yada "Önlerine yeni bişi geldi bu cahillerde bilmeden etmeden atıp tutuyorlar." diye düşünmeme neden oldu.

Yayınlanan eserlerin çoğu dünya klasikleri. Bu çizim ve hikaye açısından vasat çizgi roman örneklerini her yerde içi boş cümlelerle "çizgi roman" ın ne olduğunu bilmeden hatta bilmesine gerek yok adam gibi gerçek bir çizgi romanın tadına varmadan "ne güzel çocuklarımız dünya klasiklerini okumaya başladı lay lay lom:)" kafasında cümlelerle pohpohlayıp durdular. Akla ilk gelen ve yumrukların sıkılmasına sebep olan klasik soru;"Bu dallamalar, hadi diğer bütün yayınları geçtim, Watchmen gibi Sandman gibi grafik hikaye anlatımının dönüm noktaları basıldığında neredeydi, neden adam gibi bişi yazmadılar laaan!" oldu.

Her ne kadar bu vıcık vıcık bayağı populerlik sinirlerimi bozup kafamı duvarlara vurmama sebep olsa da penetrasyonu bu kadar düşük olan bu eserlerin kalitesiz bir başlangıçla da olsa yayılmasına, gelecekte bu eserleri adam gibi yorumlayabilecek ve bu yayın evlerini daha bilinçli ve seçici olmaya itecek kuşakların yetişmesine boktan da olsa bir giriş niteliği taşıması ve beni bu konularda umutlandırması "aaaaa Machbet çıkmış, sen seversin aldın mı?" cümlesi ve türevlerini duyduğum insanlara kafa göz dalmamak için kendimi tutmamı sağladı.

Bu abuk subuk yayınların yanında Kafka nın "Dava" sının başarılı bağımsız yorumlarını veya Dracula gibi güzel çizimli eserleri de okuyucu ile paylaştılar. Her ne kadar ben bunun farkında olmadıklarını, ne basarlarsa basılsın karelerin içinde çizimle anlatılan her şeyin iyi-kötü ayrımı olmadan, beyinlerinde "çizgi roman" olarak sınıflandırıldığına inansam da, "Olsun, bu da bir adım boktan moktan ama bir adım." diyerek.

Her şeyimiz bala göte ilerlediği gibi bu olay da sinir bozucu bir başlangıç oldu. Ama Çizgi Roman ın büyüsü ile gerçekten tanışabilmeleri adına bu girişimlerin insanları bir adım daha bu dünyaya çektiğini umuyor ve "Görecez bakalım?!" diyorum.

"May the force be with us!"

16 Haziran 2010 Çarşamba

Geç bir Keşif; Daredevil Father


Daredevil karakteri çoğu insana uzak gelse de benim için hakkaten yeri ayrı.

Kendisini Gözüpek olarak hayal meyal hatırlarken, bir anda Arkabahçe Yayıncılık sayesinde John Romita JR. ve Frank Miller ın yorumlarıyla yakından tanıdık, hastası olduk. Benim için önemli ve ayrı bir yere sahip bir çizgi romandır "Daredevil: The Man Without Fear". Öncelikle her ne kadar artık faşist açıklamaları nedeniyle kendisinden soğutsa da "Sin City" nin yaratıcısı Frank Miller ile tanışmamı sağlayan bir eserdir. Adamı monolog manyağı yaparak adeta anlattığı karakterin POV sinden ilerlediğimiz ve bitirdiğimizde kendinizi "Daredevil benim uleeen..." diye bağırabilecek kadar karakterle bütünleştiren bir tarzı deneyimlemiş bulursunuz. Bunun yanında aklımda Göztepe formasını andıran sarı kırmızı kostümü havada aptal aptal gülerek dolanan "Gözüpek" yerine kızgın, gizemli ve acımasız delikanlı bir Daredevil ile tanışmış oldum. Sonrasında ortaokuldayken 1998 civarında "Marvel Knights" ile hareketlenen Marvel evrenine, Joe Quesada nın kapaklarıyla tekrardan geri dönen Daredevil ın o dönem başlayan "Guardian Devil" macerasına hemen ulaşamamıştım sadece çok "Karizma olm herif yaa..."diye aklımın bir köşesine yazdım.

Allahtan "Guardian Devil" macerası ile birkaç yıl sonra yine Arkabahçe Yayıncılık vasıtası ile tekrar yollarımız kesişti.(Saolsunlar onlar olmasa hayat çok daha çirkin olurdu, haklarını ödeyemem gerçekten.) Joe Quesada ustanın çizip ve Kevin Smith in yazdığı bu macera ile Matt Murdock (aka Daredevil) kendisi, prensipleri ve inançlarını sorgulamaya başladığı, bol dini çatışmalar ve bunalımda bir süper kahraman hikayesi anlatan bu sert ve çarpıcı hikaye yerinde bir aksiyonla güzelce harmanlanıyordu. Bu seriden Joe Quesada çıktıktan sonra bir anda "Kabuki" kafasında çizimlerle daha soyut bir hal aldı hikaye. Ne yalan söliyim ben de bu olaydan sonra biraz soğudum ve ne zaman görsem şöle bi karıştırdım baktım yine aynı tad, bu seriyi tekrar takip edemedim. Benim vazcaydığım zamanlarda alemin kral yazarlarından "Brian Michael Bendis" baslamıs olsa da belki aksiyonsuz Daredevil bünyeye uymadığı için, belki o dönemde o kadar ağır hikaye kafasında olmadığım için yapamadım, orjinal serisinden de devam edemedim.

İşte benim Daredevil geçmişim bu kadar. Sıra geldi yazının başlığına; Daredevil Father. Matt Murdock ın geçmişi ve "Hell's Kitchen dan gerisi skimde olmaz.." yaklaşımını sorguladığı hikaye gayet güzel ve Joe Quesadanın güzide çizimleriyle tadından yenilmiyir. Bu vesile ile alışılan tarzının dışında daha abartılı bir Daredevil çizimi ve suluboya tadında, pastel renkler kullanan ustaya duyduğum özlemi gidermiş oldum. Ayrıca DD nin geçmişi ve kendisi ile ilgili biraz daha bilgilenmiş olmanın faydası da cabası. Daredevil ve Quesada özlemi ile gezinirken farkına vardığım ve bu güzide eseri geç farkettiğim için kendime kızdığım bu eseri bulmak hakkaten uzun zamandır giymediğim pantolonun cebinden trilyon çıkması hissiyatı yaratmadı değil.

Quesada yı da çok övdüm biliyorum ama apayrı tarzıyla benim için pek çok çizerden farklılaşıyor, hele eskizlerini bulursanız kaçırmayın bana da haber verin. Çok rahat çiziyor özellikle arada hikaye giriş sayfalarında ve zaman zaman kapaklarda "Muscha" vari desenlerle yeni bir senteze de gidiyor. Kullandığı fontlar, kadınların saçları vs. hoş bir sentez hakikaten. Aşağıda bi tane Muscha iki tane de Quesada derlemesi koydum bakın seversiniz belki, biraz da Alphonse Muscha abimizin işlerine bakarsınız internette.











































Bu herifin ismini görürsem, Cin Ali hikayesi bile olsa alıp aptal aptal baka kalırım.Kısa güzel bir hikaye, tavsiyem Joe Quesada zaten aşmış taptığım bir çizer, artık patron kıvamında takıldığı için pek çizimlerine rastlayamıyoruz o nedenle okumakta, tatmakta fayda var.

Kısa güzel bir hikaye, Joe Quesada zaten aşmış taptığım bir çizer, artık patron kıvamında takıldığı için pek çizimlerine rastlayamıyoruz o nedenle okumakta, tatmakta fayda var.
DD Father ı, Guardian Devil'i ve yukarıda bahsettiğim türkçeye de çevrilmiş Frank Miller lı John Romita lı DD;Korkusuz u merak ediyorsanız kacırılmaması gereken eserler.


Özellikle her tarafta bahsedilen, Daerdevil ın Matt Murdock kimliğini bırakıp "Hand" in başında bir "villain" a dönüşmesini beklediğimiz seri"Shadowland"den önce bu dönüm noktasındaki karakterin temellerine bakmaktan ve Quesada nın çizimlerinin hakkını vermekten kendinizi alıkoymayın.

"Hand" nedir diye sorarsanız size "Değnek" derim, "Değnek ne lan?" derseniz de aç oku kardeşim türkçeye bile çevirdiler derim. Her şeyin, başladığı noktaya doğru sürüklendiği ve dönüm noktasının da buralarda olması heyecan verici. Bu arada olm herif çok karizma bi villain olur ya baksana abisi şu bakışlara...